Mekânın hafıza ve toplumsal anlam ilişkisi

Barınma sorunu sadece ülkemizde değil, dünyada da gündemde olan bir konu. Bir yandan kiracılar ile ev sahipleri arasında yaşanan tatsız olaylara tanıklık ediyor, diğer yandan sahil kenarında viskisini yudumlayan sonradan görmelerin maddi yarışlarını izliyorum. “Şekerim, biz de geçenlerde oradan bir daire aldık”.  Kiracı olmanın çilesi bitmez. Eşyaları yeni yerleştirmişken ansızın toplamak zorunda kalmak; alıştığın çevreyi kendi isteğinin dışında bırakmanın can sıkıcılığı bir yana elinde avucunda duran tüm parayı taşınma masrafına harcamak, yeni bir ev aramanın beyin olarak ve bedenen verdiği yorgunluk, üstelik bunun son kez yaşanmadığını da bilmektir kiracı olmak. Hayat boyu çalışıp kendine ait dört duvar alamamanın çaresizliğidir, ev sahibinin ağzından çıkacak bir rakam ile hayatını sil baştan düzenlemek, can kırıklarına cam kırıkları da eklenmesin diye eski bir alışkanlıkla gazete kağıtlarını ve karton kolileri istemsizce biriktirmektir.  Kiracılığı da ev sahipliğini de yaşamış biri olarak söyleyebilirim ki; biz eskiden evleri barınma amaçlı olarak kullanırdık. Şimdi karşımda üç beş sonradan görme aldıkları daireleri sosyal statü adına kartvizit olarak kullanıyorlar. Sahi, ne üretir bunlar? Ne üretirler de bizlerin çalışarak, emek harcayarak ömür boyu sahip olamadığımız ya da şans eseri sahip olduğumuz evlerle oynarlar? Eskiden üretmeyen ve hayatında maddiyattan başka bir beklentisi olmayan, elleri nasır tutmamış, uykusuzluktan gözleri ayakları şişmemiş, pahalı parfümleri ve dudak boyaları ile hiç canı yanmamış gibi duran bu kadınlara “oyuncak bebek” gözüyle bakardım. Şimdi görüyorum ki, onlar şehirleri lunapark yapmış ve oynuyorlar. Şehirlerde duran yüzbinlerce boş ev… Öte yandan yatırım yaptıkları için onları suçlamaya hakkım var mı? Onu da bilmiyorum. Tek bildiğim Barınmanın hala insan haklarından biri olduğu.

Barınma sorunu sadece ülkemizde değil, dünyada da gündemde olan bir konu. Bir yandan kiracılar ile ev sahipleri arasında yaşanan tatsız olaylara tanıklık ediyor, diğer yandan sahil kenarında viskisini yudumlayan sonradan görmelerin maddi yarışlarını izliyorum. “Şekerim, biz de geçenlerde oradan bir daire aldık”.  Kiracı olmanın çilesi bitmez. Eşyaları yeni yerleştirmişken ansızın toplamak zorunda kalmak; alıştığın çevreyi kendi isteğinin dışında bırakmanın can sıkıcılığı bir yana elinde avucunda duran tüm parayı taşınma masrafına harcamak, yeni bir ev aramanın beyin olarak ve bedenen verdiği yorgunluk, üstelik bunun son kez yaşanmadığını da bilmektir kiracı olmak. Hayat boyu çalışıp kendine ait dört duvar alamamanın çaresizliğidir, ev sahibinin ağzından çıkacak bir rakam ile hayatını sil baştan düzenlemek, can kırıklarına cam kırıkları da eklenmesin diye eski bir alışkanlıkla gazete kağıtlarını ve karton kolileri istemsizce biriktirmektir.  Kiracılığı da ev sahipliğini de yaşamış biri olarak söyleyebilirim ki; biz eskiden evleri barınma amaçlı olarak kullanırdık. Şimdi karşımda üç beş sonradan görme aldıkları daireleri sosyal statü adına kartvizit olarak kullanıyorlar. Sahi, ne üretir bunlar? Ne üretirler de bizlerin çalışarak, emek harcayarak ömür boyu sahip olamadığımız ya da şans eseri sahip olduğumuz evlerle oynarlar? Eskiden üretmeyen ve hayatında maddiyattan başka bir beklentisi olmayan, elleri nasır tutmamış, uykusuzluktan gözleri ayakları şişmemiş, pahalı parfümleri ve dudak boyaları ile hiç canı yanmamış gibi duran bu kadınlara “oyuncak bebek” gözüyle bakardım. Şimdi görüyorum ki, onlar şehirleri lunapark yapmış ve oynuyorlar. Şehirlerde duran yüzbinlerce boş ev… Öte yandan yatırım yaptıkları için onları suçlamaya hakkım var mı? Onu da bilmiyorum. Tek bildiğim Barınmanın hala insan haklarından biri olduğu.

Ancak, emlak piyasasındaki gelişmelerle birlikte barınmanın sorun olması da git gide büyüyor. Emlak, güvenli bir yatırım aracına dönüşmüş durumda. Bu nedenle de yatırımcılar evleri, onların içinde oturmak için satın almak isteyenlere karşı daha yüksek fiyat teklifi verebiliyorlar. Bu da konut satış fiyatlarını yükseltip konut bulmayı zorlaştırıyor; kira fiyatlarının artmasına neden oluyor. Bu durumda şehirlerde yüzlerce binlerce boş evin bulunması ve çoğunun da yatırım amacıyla alınmış ikinci, üçüncü, beşinci evler olması konut erişimini sınırladığı için, konut piyasasının ve benim dengemi bozuyor. Kaldı ki, bu yazıda deprem ve depreme dayanıklı konut konusuna değinmeyeceğim.

Aslında bu durum sadece bize özgü de değil. Pek çok ülkede boş ev konusu barınma sorununun bir ögesi olarak gündemde. Ekonomi ve İş birliği Örgütü’nün (OECD) 2022 yılınsa sunmuş olduğu rapora göre, boş ev oranı en fazla olan ülkelerin başında: Malta, Japonya, Kıbrıs, Macaristan, ABD, Finlandiya, Şili, Slovenya, Slovakya, Avustralya, İrlanda ve Kanada geliyor. Boş konut oranının en düşük olduğu ülkeler ise İngiltere, İzlanda, İsviçre. Raporda bu konuyla ilgili tüm ülkelerden veri alınamadığı, dolayısıyla incelemede tüm ülkelerin olmadığı notu düşülmüş. Sanırım bu nedenle OECD’nin listesinde Türkiye bulunmuyor.

Boş evlerin, şehirlerdeki barınma sorununu artırmasına karşı kimi ülkeler çeşitli önlemler alıyorlar. Örneğin Kanada’nın dünyadaki en kârlı emlak yatırım pazarlarından biri  olan Vancouver eyaletinde 2017 yılında alınan bir kararla 6 aydan fazla boş kalan ve bununla ilgili özel bir gerekçe sunmayan evlere, yıllık olarak o evlerin değerinin yüzde 1’i kadar bir vergi ödeme zorunluluğu getirilmiş. Bu oran daha sonra yüzde 3’e yükseltilmiş. Böylece üç yıl içerisinde boş ev sayısında düşüş gözlenmiş. Öte yandan, eyalette bu uygulamanın dışında bir boş ev vergisi daha bulunuyor, konut alan yabancılar için yüzde 15’lik bir vergi zorunluluğu getirilmiş. Avustralya’da, Hollanda’da, Almanya’da, İngiltere’de, İspanya’da, Fransa’da kısaca dünyanın pek çok ülkesinde de benzer uygulamalar, ciddi cezai yaptırımlar var. Bunlardan en çok ilgimi çeken İspanya’nın Barcelona şehrinde yerel yönetimin, tüm bu cezaların yanı sıra boş bırakılan evlere, sosyal konut olarak kullanmak üzere geçici el koyması oldu.

Ardı sıra, hızla inşa edilen sitelerde boş dairelerin sayısal fazlalığı, bunların yatırım amacıyla alınmış evler olduğunu düşündürüyor. Fikrimce, konut kriziyle baş edebilmek için ülkemizde de önlemlerin acilen uygulanması, yasal değişikliklerin yapılmasına ihtiyaç var. Dünyadaki örneklerde olduğu gibi bizde de hükümet ile yerel yönetimlerin bu konuda birlikte hareket etmesi gerekiyor. Yerel Seçimlerde aday olacak kişilerin eminim bu konu ile ilgili çalışma ve projeleri de mevcuttur. Bekleyelim, görelim.